7 Ekim 2016 Cuma

Koşmasaydım yazamazdım

Paul Auster, adım atmak metaforunda yaşamsal sorularının etrafında dolaşıp konuyu gayet basitçe aktarmayı başaran bir yazar.
Adımlarımın anlamı bu metaforla değer kazandı diyebilirim.
Haruki Murakami ise neden koşmam gerektiğini hatırlatıyor.



Basit bir korku ile İstinye Tarabya koşularımda, Tarabya da denizin en içeri girdiği küçük dönemeç benim ötesine geçmek istemediğim bir engel olarak kaldı aylardır.
Arnavut taşlarına dikkat etmek, 6 kilometreden sonra anlamsız geliyor çünkü, ve o küçük parkın köpekleri sanki boşluğa basıp tökezlememi bekler gibi.

15 kilometre koşacağım bir akşam, dün akşam, durmak istemedim. Devam etmeye karar verdim. Balık mevsimi Yeniköy Tarabya arası tam bir muamma. Oltalar, acemi balıkçıların oltayı denize savururken beceriksizlikleri, odun ateşinde çay yapan anlamsız, vergisiz kazanç için kolları sıvamış işbilirler, bu işbilirlere ve balıkçılara hizmet eden ve kaldırımlarda dolaşan malzeme taşıyan işibilir motosikletçiler ile yeniden karşılaşmak yerine devam etmek istedim. Üzerinde ceylanlar gibi sekerek parkı geçtim.  Tarabya koyunu dolaşarak, Grand Tarabya otelinin burnundan döndüğüm an itibarıyla koşum keşfe dönüştü.

Nedense bu burundan sonra yağmış yağmur, anlamsız kalabalığı evlerine yollamış, gerçek balıkçılar ve gerçek İstanbul sevenler ile, hiç eksik olmayan aşk mağdurları vardı sadece etrafta.

İçilen sigaraların dumanları, mangal dumanından bin kat daha iyi. Belli ki yalnızlığını ilk saatlerinde durumu anlamaya çalışan eski sevgililerin kederli dumanlarına itiraz eden bir bakış ile yanlarından geçmek yerine, durmayın adım atın, koşun diyerek bakarak geçiyorum yanlarından.

Saat 22:00 ı geçmiş, sokak lambalarının aydınlatmadığı ve daha önce koşmadığım bölümlerden dikkatlice geçerken, koyu mavi kaldırımların, parlayan denizle nereden ayrıldığını görmek zor.

Koyu mavi denizin ıslak havadan daha berrak olması manzarayı daha anlamlı kılıyor. Sığ taraflarında denizin balıkçılar yok. Daha yeni sevgili ayrılığı yaşayanlar için denizin içi canlı. Denize girmek isteyenler için yağmurlu ve geç bir saat.

Büyük bir aşkla bağlı olduğum İstanbulumun koynunda, tüm kıvrımlarında, dakikalarca koşarak geziniyorum. Daha güzel bir koku, daha büyük bir gizem başlıyor her adımımda.

Dizi çekimlerinin herhalde doğal figüranı olmuşumdur, her zaman her yerde bir çekim. Ya da düğün fotoğraflarında bir çok gelinin arkasında en az bir fotolarında varımdır.

Yine Kireçburnun'da bir çekim. Eksik olmasınlar da, bu dizi modası geçse artık. Hepsi mutsuz, hepsi ruhsuz, hepsi gergin. Koşan beynimin mutluluğuna zıt, bacak kaslarım gibiler.  Ama mecburen vals adımları ile çalışanlara çarpmamak için dans etmeye başlıyorum.

Evlerine geç gelenler otobüslerinden yada minibüslerinde iniyorlar. Dar kaldırım ve durak olduğunda kendimi inenlere göre ayarlamam çok zor bir süreç. hızla otobüsten kaçarcasına inip hiç bir zaman tahmin edilemeyen, kaldırımın gizemli bir noktasında asılı kalıp duruyorlar. Eğer çarpışmak üzere iseniz hepsinin gözlerinde hayret ve vazgeçmişlik var.

Elma, karanfil aromalı kaldırımlar, özellikle ağaçlı ve parklı bölümlerde size süprizler yapıyor. Nargile yeni Moda.

Sarıyer e doğru parkur heyecanlar ile dolu. Denize 0 benzin istasyonun arkasında tek kişilik geçiş için dikkatimi topluyorum, ve bir nefes geçiyorum. Biri gelse karşıdan durmak istemiyorum. Diğer alternatifim ise istasyonun içi. Kaymak ve düşmek çok olası. Bu sefer yağmurda herhalde kimse yok.

Bu da ne bir yelkenli, demir atmış boğaza. Tekne nin bağlı olduğu alana kadar berrak dibi görünen deniz  sanki İstanbul boğazı değil. Arkasında kırmızı ışıklanmış doğa katili 3. köprü.

"Boğaz da  Kafka" resmini çizmek için harika bir İstanbul akşamı bu akşam. Hep aklımda bu resim kalacak. Henüz çizilmemiş olsa da. Bir duvara bakarken görürseniz beni. Bu resme baktığımdan emin olun. Hareket eden gözlerim ise oturan değil ama koşan Kafka nın çağrısına bakar.





29 Ekim 2015 Perşembe

Arşimet Noktası

Var olmak.
5 yüzyıldır farklı toplumların düşünürleri yazdılar, farklılıklarını ortaya çıkarmaya çalıştılar. 2015 de felsefede demode olan bu kavramı Woody Allen gibi senarist yönetmenler Hollywood da tekrar gündeme getiriyor. "İrrational man" var oluşçu sinemanın en popüler son örneği.
"American Beauty" yada "Forrest Gump" a eğer bu gözle hiç bakmadıysanız. Size teknik bir kaç benzerlik.
Dış ses
Rastlantısal olaylara odaklanma  

Bunun gibi bir çok kavram bu tür filmlerin ortak noktası. Hakan Savaş'ın "Sinema ve Varoluşçuluk" kitabından sonra aslında söylenecek gerçekten çok fazla bir şey yok.
Irrational Man, Woody Allen'nın var oluşçu sinemasına Hakan Savaş ın atıflarını, doğrular bir film olmuş. Ve muhteşem.

Kierkegaard ve Kant yaklaşımlarını ve karşıtlığını bir paradoksla tarif ettiği bu filmin bende ki rastlantısı Kierkegaard. Olivier Cauly in Kierkegaard biografisi okuduğum bir dönemde muhteşem bir rastlantı ile keyiflerin en üstüne taşıdı film beni.

Arşimet Noktası.
Metaphor derived from Archimedes's alleged saying that if he had a fulcrum and a lever long enough, he could move the earth. The Archimedean point is a point ‘outside’ from which a different, perhaps objective or ‘true’ picture of something is obtainable. It might be a view of time from outside time, a view of science from elsewhere, a view of spatial reality from nowhere. Philosophers of a sceptical or anti-realist bent, as well as deflationists and minimalists, often claim that such an alleged standpoint is merely fantastical, and the alleged objectivity of the view mythical.

Arşimet noktası, özetle, Arşimet'in bana bir dayanak noktası verin dünyayı kaldırayım fikrinde ki,  nokta. Bir var oluşçu için var olmak adına aranan nokta.
Olivier Cauly, Kierkegaard için bu noktayı, Kierkegaard ın günlüğünde yazdığı bir cümle ile tarif ediyor.
"Baba sevgisinin ne olduğunu ondan öğrendim ve bu yaşamda ki tek sarsılmaz sevgi, gerçek Arşimet noktası olan tanrısal baba sevgisi kavramını da buradan çıkardım"

Bu gün 29 Ekim 2015. Türkiye Cumhuriyetinin 92. yılı.

Yaşanılan onca olumsuzluğa ve ülkenin hatalarını düşündüğüm de, ülkenin var olabilmesi için bu noktanın ne olduğunu düşünmemek mümkün değil. Bir var oluşçu için bireyin bu kadar önemli olduğu gerçeğine ne oldu diye sorarsanız. Birey olmak ve baba olmak derim. Çünkü benim bir kızım var. Ve mutlu olmasını istiyorum.

Sevgili ülke, hızla barışı kabul et. Yurtta Sulh Cihanda Sulh
Sevgili ülke, sınırlarını ve bütünlüğünü muhafaza et. Misak-i milli.
Sevgili ülke, vatandaşlarının eşit olduğunu unutma. Ne mutlu Türk'üm diyene( Bu ifadenin milliyetçi olduğunu düşünen biri olursa o kişiye önerim bu konuyu uluslar arası tartışmasını. Almanlara, Amerikalılara, İngilizlere anlat ve kabul ettir. Sonra bunu burada tartış. Demenin ve inanmanın yeterli olduğu bir vatandaşlık başka bir ülkede var mı? hangi ırktan olursan ol, gel bu ülkenin insanı ol. Dil hep bir belasıdır insanlığın. Algısı değiştirilebilir mi? yeni bir kelime bulunur mu? belki bulunur :) )


Bu üç kavram bizde neyi temsil eder.
92 yıl önce bu ülkenin kurulması ve devamında tek bir nokta var.
Türkiye nin arşimet noktası Atatürk ve temsil ettikleridir.
Noktanızı kaçırırsanız, var olamazsınız.
Ya da var olmak için bir nedeniniz kalmaz.
Birey içinde kalmaz, ülke içinde.

Irrational man (filmde ki karakter) insan olmak konusunda ki arşimet noktasını başka bir yere koyduğu için katil oldu.  Katil.  Haklı olduğunu zannediyordu. Haklı olmadığını ona hatırlatan, bu yüzden yaşadığı rahatlığa engel olacak biri olduğunda onu yok etmeye çalıştı. Şaşırmayacağımız kadar yaşadığımız bir hayat, şaşıracağımız kadar benzerlik. Yeter ki anlayın :(

    

29 Eylül 2015 Salı

Nulli Concedo - Erasmus

Eylül 2015.
Türkiye vatandaşları, faklı bir kimliğe ihtiyaç duyuyor. Sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmak yetmiyor. Bir lider arıyor. Lider olamayacak kadar aptal bir adam bile yeter. Yeter ki liderliğe aday olsun ve öyle davransın.

Bu kimlik arayışı, bir düşman ihtiyacı doğurdu. Bizden olmayanlara haddini bildirecek bu lider, güçlü olmalı. Bir lider lazım. Öfkeli bu liderle, bedenimizin içinde kalamayacak kadar yoğun öfkemizi, sağa sola sallayabiliriz. Yüzyılların tecrübesi, yazılmış kitaplar, gerçekleşmiş dünya savaşları, yıkılmış evler, bebek cesetler, hafızalarımızda, ama hızla en ilkel korkuya ulaşmak istiyor toplum.

"Nulli Concedo"

"İnsancıl duyguları paylaşmak gibi bir misyonu olan sanatçı, partilerin safında değil, onların üzerinde kalmalı,rastladığı aşırılıklarla, sonuç olarak da hep o aynı anlamsız,mutsuzluktan başkaca bir şey getirmeyen nefretle savaşmalıydı" Stefan Zweig - Rotterdanlı Erasmus

16 yy da yazılmış bu paragraftan neredeyse 5 yüzyıl sonra 2015 de; sanatçı artık bireyin kendisi, sensin, benim, biziz. Bir instagram fotoğrafçısın, bir blogger yazarıyım, biz swarm gezginiyiz, twitter şairisin.
Sen nefretle savaşmalısın.
Sen korkma. Her eğilişten sonra doğrulabilmek için birey olarak sen, tarafsızlığını koru.

Anladığımız dilden bir mesaj. JANI LEINONEN
Museum of Contemporary Art Kiasma 27.09.15 
Yaşadığın, yaşatılan, böyle istenilen nefretinin yerine aşkını, sanatını, sporunu, inancını koy.
Sev inadına,
gül
sarıl
oku,
koş,
dua oku,
aşık ol,
müzik dinle,
müzik yap,
gez.
mutlu ol.
Tarafsız ol.

"NULLI CONCEDO"

Tarihi döngüler (3 kuşak); acı bir dünya savaşı, sonra hümanist bir akım, sonra bir dünya savaşı, sonra bir barış dönemi,
Kısa ömrümüz insanlığın bu kendinden geçiş anına müdahale etmemize yetmez.
Dili ile, alışkanlıkları ile önüne geçilmez bir döngü olup biten.  Her adımda biraz daha beklenen kötü, nefret dolu anlara yaklaşıyoruz.

Ben, koşuyorum artık, biraz daha zaman kazanmak için. Belki, her şey bir an önce hızla başlasın ve olsun istiyorum. Yaşansın ve bitsin ki;  kızımda hayatının bir bölümünde güzel günler yaşasın.

Ama güzel günlerin daha uzun sürebilmesi için mutlu olun, bir birey olarak nefret ile savaşın. Yaşayın, yaşamanıza daha çok şey doldurun.
Paylaşın. Yapabileceğimiz tek şey, güzel olduğunu bildiğiniz bir dönem varsa bu dönemin süresini biraz daha uzun tutabilmek.





23 Nisan 2015 Perşembe

Gönüllü Kulluk


Gönüllü kulluğumuz dilimiz ile başlar. Sadece benim yada sizin bildiğiniz, konuştuğumuz dil ile değil. Kulluğumuz ve sınırlarımız, insanlığın ilk kullandığı kelime ya da ses ile  başladı.Sevgimizi, açlığımızı, korkularımızı, inançlarımızı sadece bildiğimiz kelimeler ile tarif edebiliyoruz. Sınırlarını, kullandığımız dil belirliyor.

Boetie'nin, 1540'lar da tiran ve o tirana, tek bir insana karşı binlerin anlam veremediği itiatı hakkında yazdığı kitabını, 2015 Türkiye'sin de okuyabilmek ve durumun hiç de değişmediğini anlamak şaşırtıcı gelse de. Neden şaşırtıcı olsun.

Kullanabildiğimiz dil bu iken, bu konuda ki beceriksizliğimiz su kadar berrak iken, bu dilin ve yarattığı kültürlerin,  beynimize verdiği talimatların dışına çıkmak neden mümkün olsun ki.

Neredeyse 6 yüzyıl önce yazılmış bir yazının bu kadar güncel olması şaşırtıcı değil aslında ama korkutucu.

"Fakat, eğer bugün, ne bağımlılığa alışkın ne de özgürlüğe tutkun yepyeni insanlar doğsa, bu insanlar bağımlılığın ve özgürlüğün ne olduğunu bilmedikleri gibi adlarını da hiç duymamış olsalardı veya uyruk olma yada özgür yaşama seçeneği ile karşı karşıya kalsalardı, hangisini kabul ederlerdi? " Gönüllü Kulluk Üzerine Söylev -Boetie sy 31"

Dilimizde tarif edilememiş bir kavramı tercih edebilir miyiz? Durun ve etrafınıza bakın lütfen. Etrafınızda ki bir çok zavallı çoktan tarif edilmiş seçeneklerini yine bu bu seçenekler ile yaşayan arkadaşlarına danışarak, sonrasında büyük bir güvenle aslında zaten başka bir seçeneği olmadan ama tercihmiş gibi kabul ediyor. Özünü hatırlayan biri ile tanıştınız mı?

Aynı kitapta, günümüz ve yarının siyasetinde neredeyse sadece isimlerinin söylenmediği ama her şeyin, tüm detayları anlatıldığı paragraflar var. 2015 de yaşayan bir insan için bu ne kadar utanç verici.

"fakat tiran, kendine yakın olan diğer kişilerin alçaklaştıklarını ve kendinden lütuf dilendikleri görür. Bu kişilerin tiranın söylediklerini yapmaları yeterli değildir; onun ne istediğini düşünmeleri ve hatta onun memnun edebilmek için düşüncelerini öngörmeleri gerekir. Tirana yalnızca itaat etmekle kalmayacaklar, onu hoşnut da edecekler, işlerini yapmak için uğraşacaklar, didinecekler, onun keyif almasından haz duyacaklar.... Boetie sy 55 Gönüllü kulluk

Tirandan daha tirancı kaç siyasetçi, gazeteci ve TV yorumcusu geldi gözünüzün önüne.

"....bu tiranlık biçimleri arasında tercih yapamadığımı belirtmeliyim, hükümdarlığa ulaşma araçlarının değişik olmasına karşın, hepsinde hükmetme biçimi hemen hemen aynıdır.
Seçimle gelmiş olanlar uyruklara sanki onlar uysallaştırılacak boğalarmış gibi davranırlar,
fatihler uyruklarına karşı tıpkı avlarının üzerindeki gibi haklara sahip olduklarını düşünürler,
mirasçılar ise uyrukları doğal köleleriymişcesine davranırlar. Boetie sy 31 Gönüllü kulluk 


2015 yılında Boetie nin 3 seçeneğinden hangisi yaşıyorsunuz. Sadece tercih yapabilirsiniz. Elinizde ki tercihler dışında başka bir yol yok. Çok acımasız. Ya da gerçekçi.  Ya da kolay.

İnsan siyasi bir hayvandır (Aristo- soon politikon). Bu doğru mu? Ya da zorunluğumuz mu? Ya insan siyasi bir hayvan değilse.
Bu kadar eski bir kabul hiç olmasaydı, tiranlar olur muydu hala?
Bu kadar eski ve temel bu kabul sadece 60 yıl yaşayan bir insan tarafından değiştirebilir mi?

Yapılamadığı ortada.

Üzücü olan, devlet ve insan ilişkilerinde sınırlı kapasitemizin, her durumuzda da aynı olması.

İlişkileriniz, kelimeler gibi sadece tanıyabildiğiniz, çevrenize dahil olmuş az sayıda kişiler ile ilişki kurabilirsiniz. Var olan kelimeler gibi.
İlişkileriniz, kelimelerinizi anlamlı sıraladığınızda bir cümle halini alır. Aşk evlilik yada iş ortaklığı, komşuluk  gibi. Anlamlı sıralama ile kastettiğim ise sadece zavallı insanın verebileceği dar anlam ve komik sıralama becerisi. Bildiği yada çevresindekilerin sınırlı kapasitesi kadar.

Bir gün değişiklik yapmaya karar verdiğinde eş anlamlı bir başka kelime kullanır. Yada aynı kelimelerin cümle içinde yerini değiştirir. Ama bir şey değişmez.

Gönüllü kulluk - Zorunlu kulluk- Zorunlu aşk- Gönüllü çevre

Karar vermek yada verememek. Kararın ne olduğunu bilmemek.

Hayatımda ki en önemli kelimelerden (tanıdığım insanlardan) biri sevgili IŞIL'ın bana fark ettirdiği önemli bir ayrıntı.
Latin kökenli DE-CIDE kelimesi. Türkçe karşılığı karar vermek. Gerçek anlamda o kadar farklı iki kelime ki aslında :)

CIDE words are constructed with the Suffix CIDE which means to KILL. It developed from the Latin word meaning CUT, and thus both forms are treated together.
Microbicide : An agent which kills microbes
Autocide : The killing of self and others in Fratricide : The killing of one’s brother
Homicide : The killing of a human being
Genocide : The killing of a race of people
Infanticide : The killing of one’s infant Patricide : The killing of one’s father
Suicide : The killing of oneself
Matricide :The killing of one’s mother



Decide - Türkçe'mizde ki karşılığı ile karar vermek için diğer fikir yada alternatifleri öldürmeniz gerekmiyor. Sadece sabit olmak yeterli. Ama bu kelime latin kökenli hali kısaca "you have to kill other options" demek. İki farklı kültürün anlayamadığımız farklılıkları o kadar sinsice her en küçük hücrede bulunuyor ki. Mücadele edemezseniz. Edemiyoruz.... çünkü anlayamıyoruz. Anlamadığımız bir şey için ne yapabilirsiniz.

Kulluğumuz da , sevgimizde, aşkımızda gönüllü zorunluluk.

Boetie benim dilime(sınırlarım arasına) Montaigne ile girdi. Montaigne ise Stefan Sweig ile. Montaigne, sonradan asil olmuş tüccar babasının, asil kuşak özlemi ile çocuğunu alman hocalar ile büyüttüğü, bu nedenle sınırların dışına çıkma fırsatı olan ve bir ölçüde bu fırsatı değerlendirmiş biri. Montaigne kendi dilini bile konuşamadığı bebekliğinde sütünü latince ve almanca isteyen bir bebek olarak yetişmiş. Yetişkin döneminde en yakın arkadaşı Boeite. Bu anakronik dostluk muhteşem bir kavram zenginliği yaratmış. Denemeleri Montaignenin, bir insanın sadece 40 yaş olgunluğu ile anlayabileceği bir eser. Boetie ise herkesin her zaman anlayabileceği yazılar yazmış.

Çok kısa yaşamış bu insanların, Boetie 38'lerin de ölmüş, şu an bile var olmaları dilin dışına çıkmayı başarmış olmalarında kaynaklı olduğunu düşünüyorum. Montaigne'nin eserlerini yazdığı odası, kendisini kendi şatosunda hapsettiği kulesinde bulunan bu odası, çevresinin bütün anlamsızlıkların dan uzak kalabildiği en uzak yer. Woolf un kendine ait odası bu nedenle benim için sadece kadın için yazılmış bir eser olmadı. Sahip olduğumuz rollerimizi galiba en çok var oluşcular tartıştı, zorladı anlamaya çalıştı. İnanın tesadüf değil var olmak konusunda teslim olduğunuz başlangıç diliniz oluyor.

hayatınızda ki tirana, bu tiranın sizin içim  kim olacağına kim karar veriyor. Bu karar doğu kafası karar mı? Decision mı?
Hadi yalanı bırakın.

Karar ne demek Ar istiḳrār إستقرار [#ḳrr X msd.] kararlı olma, olduğu yerde durma Ar ḳarra قرّ durdu, karar kıldı

Kelime Kökeni

Arapça ḳrr kökünden gelen istiḳrār إستقرار z "kararlı olma, olduğu yerde durma" sözcüğünden alıntıdır. Arapça sözcük Arapça ḳarra قرّ z "durdu, karar kıldı" fiilinin istifˁāl vezni (X) masdarıdır. 


Ya öldürün yada olduğunuz yerde kalın :)


12 Mart 2015 Perşembe

Bizim sessizliğimiz

Sessizliğimizde benimdin,

Sürü kuşlar arasına karıştınız hepiniz.
Çığırtkan. gürültülü,
bağırtılar arasında
sürününsün artık.

Mavimsi sessizlikten
monotonun griliği oldun.

(Key Otel 12.03.2015 06.23)

20 Şubat 2015 Cuma

SiGaRa ve aŞK

Sigara ya aşk; yada aşkın sigarası değil, yazmaya çalıştığım.
Bir Cem Akaş Metaforu değil.
Ama okuyun bu yazıyı diye açıklamayı en başta yapıyorum.
Bu sigara aşktır. Sigarayı bırakmak ise aşka elveda.

Bu topraklar sigaranın içildiği, tütünün üretildiği topraklardır. Türk gibi içilir sigara.  Eski fotoğraflarda, Anadolu da köylülerin nasıl sigara içtiklerini gözümün önüne getirebiliyorum. Düşünün sizde hatırlayacaksınız.
Yerde çömelme ile oturma arası bir oturuşla, sigaranın avuç içinde içildiği görüntüler. Tamam şimdi farklı içiliyor (marlboro cowboy içişi) olsa da doğalı bu resimlerde gördüğümüzdür.

Sigara.  ah ..Onsuz olamayız. Hep yanımızda içtiğimizde. Onun için soğukta bekleriz gerekirse. Uyku arası dışarı çıkıp alırsınız gerekirse marketten. Özlem duyarız. Bizi en güzel anlara götürür, yada en korkunç anlara. 

Neden başladığımızı bilmeyiz. Sadece içeriz. Bitince tekrar alırız. Her hücremize işler. Bütçemize yük. Toplum kuralları bellidir. Nerede içeceksiniz, ne içeceksiniz nedenlerini bilmeden yaşar, ve içeriz.

Bir gün bitmeli bu durum sona ermeli dediğiniz noktaya kadar.
Öyle kolay değildir, bırakmak. Tüm hayatınızı değiştirmek istersiniz. Olmaz. Çay değil kahve içersiniz. Ayran değil şalgam, ama olmaz.
Günün bir anında en yalnız anınızda ararsınız onu.
Bulduğunuzda onu uzun bir nefes çekersiniz.  

Bir sürü sebep arar ve bulursunuz, bütçe, koku, sağlık. Olur ama olmaz. Bir tane ne olacak ile hemen eski günler. Bıraksanız da tekrar başlarsınız.

Ben bıraktım, işte size tek öğüt.
Ne zaman bıraktığınızı bilmeden, planlamadan bırakın sigarayı.Hemen şimdi.

Dikkat etmeniz gereken konular,
Ne zaman içtiğinizi düşünün çay sırasında mı, çay içmeyin.
yemek sonrası mı. Hemen kalkıp gidin yemekten. Son lokmayı bırakın tabakta kaçın gidin.
Sigara ile buluştuğunuz her noktadan uzak durun. Planlamanız gereken tek şey bu.
Arkadaşlarınıza çok net olarak deklare edin. Ve hatta arkadaşlarınızı bir dönem buna göre seçin.
Alkol almayın. unutmayın tamam dediğinizde her yediğiniz ve içtiğiniz güzel olacak.

Sigarayı bırakmak sadece bir anda olur. Elinizde ki paketi atın. Bitmesini bile beklemeyin.
Asla beklemeyin hemen şimdi hemen. Bırakın sigarayı.
hemen.
Kurtulun sıkıntılarından. Bırakın diğerleri düşünsün.
Civi civiyi sökmez, sökemez. Sigaranın sigarası yoktur.
Aşk aşktır.. Ya vardır ya yok. Zorlamayın



4 Şubat 2013 Pazartesi

Toplama Kampı

Nefes alırken, yürürken, bakarken diğer insanlara değer katabilecek, onları düşündürebilecek, akıllarını karıştırabilecek, herşeyi sorgulamalarını sağlayacak bir çok görüntü ile karşılaşırız. Bazılarımız bu durumu kalıcı hale getirebilir. Fotoğraf, resim yada yazılarını kullanabilir. Paylaşmak gerekir, insanlık devam etmeli, insanlar devam etmeli.

İkinci Dünya savaşından kalma, unutmamak, hatırlamak için bazı kısımları ayakta tutulan bir toplama kampında nefes almak çok zor. Nefes almak çok değerli. Sadece farklı bir zamanda orada olabilmek geçmişte orada yaşanılanları değiştirmiyor.


Resimdeki adam çok yaşlı değil. Yaşıda önemli değil. Zaman içinde yolculuk yapmaya çalıştığını ve olanları düşünmeye anlamaya çalıştığını vücudunun, bakışının her halinden anlayabilirsiniz.

Yaşadığımız topraklara ve zamana uzak olması, geçmişi düşünmek yakalamak için bir fırsat veriyor kırmızı pantolonlu, beyaz şapkalı adama. Belki bir yakınını, belki bir arkadaşını yada kardeşini bu kampta kaybetmiş olabilir. Ya da sadece hissetmeye anlamaya çalışıyor olup biteni.

Çok uzak değil bütün olup bitenler yaklaşık 60 yıl önce oldu. 70 yaşlarında biri için 10 yaşında bütün bunları yaşamak demek. Çok zor, çok anlamsız. Neden? Bu sorunun cevabı çok kolay değil.

Dachau kampına ilk gelenler
İnsanın, bir sebeple diğer insanlara yaptıklarını anlamak, hakikaten çok zor. Yapılanlara maruz kalan insan için ise bu durum daha da zor. Güçlü, Bavyera şortu giymiş insanları görünce daha işin içinden çıkılmaz hale geldim. Rehberimiz kampa alınan ilk grupların sadece muhalif düşünceye sahip partiye ait kişiler olduğunu, ve yasalara uygun olmayan toplama faaliyetine kimsenin itiraz edemediğini anlattığında anlamaya çalışmayı bıraktım. Toplama kampına ilk gelenler, farklı bir dinden değildi, farklı bir ırktan da değildi. Aksine sadece farklı bir fikri savunuyorlardı. Ve ben bunu ancak bu resimle öğrendim. 2. Dünya savaşında farklı din ve ırklara yönelik olduğunu zannettiğim toplama kampları sadece farklı düşünen muhalifler için planlanmıştı. Bu basit konsept ise neden toplama kamplarının bir okul gibi yada çalışma kampı olarak ortaya çıktığını anlatıyor. Amaç doğru olduğu kabul edilen düşüncenin zaman içinde farklı düşünenlere öğretilmesi. Korkunç.


Bir başka insana uygulanan ve insanın yıllardır vazgeçmediği bu metodlar, var olan yüksek değerlerimize sahip çıkmamız ve onlar için mücadele etmemizi gerektiriyor. Bu mücadele hiç bir zaman başka bir insana zarar vermemeli. Tarih içersinde suçlu duruma düşürmemeli.

Kamp ve Aşk
Aşk her yerde, sevgi ile paylaşmak hepimizin hakkı. Yine bir toplama kampının  zemininde de olsa bu görüntü resmetmek bize düşer. Bunu paylaşmak ve unutmamak
Toplama kampının zeminde bulunan bir su birinkitisinin bana anlattığı da bu. İnsan olarak çektiğimiz onca acıdan sonra  doğanın bize verdiği mesajı görmeliyiz. Sevgi dolu kalın..